Sosyal Fobi
- Sık Sorulan Sorular
- Sosyal Fobiniz Olup Olmadığını Nasıl Anlarsınız?
- Sosyal Fobi Hangi Yaşlarda Başlar?
- Sosyal Fobi Tedavi Edilmezse Hangi Hastalıklara Yol Açar?
- Sosyal Fobi Utangaçlık mıdır?
- Sosyal Fobi Tedavisi Nasıl Yapılıyor?
- Sosyal Fobi Hastalarının Yalnız Kalma İsteklerinin Nedeni Nedir?
- Sosyal Fobi Tedavi Süreci Nedir?
- Sosyal Fobi Hastalığının Kadınlarda ve Erkeklerde Görülme sıklığı Nedir?
- Sosyal Fobi Depresyona Dönüşür mü?
- Sosyal Fobi Belirtileri Olan Kişilere Arkadaş veya Yakınları Nasıl Davranmalıdır?
- Sosyal fobi için hangi doktora gidilir?
- Sosyal fobi bir hastalık mıdır?
- Sosyal fobi tekrarlar mı?
Yaşamımız da neşenin, coşkunun ya da hüznün yeri olduğu kadar, korkunun ya da kaygının da bir o kadar yeri vardır. Sosyal Fobi yani Sosyal Kaygı Bozukluğu, kaygı bozuklukları olarak adlandırdığımız grubun içerisinde yer almaktadır. Bu hastalık da hem kaygının hem de korkunun büyük bir rolü vardır. Bundan dolayı öncelikle bu iki duygu arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları anlamamız gerekiyor.
Henüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşme ihtimali yüksek bir problem nedeni ile endişe yaşanmasına denir. Korku ise, tehlikeli bir olaya karşı gösterilen bir tepki olarak karşımıza çıkar. Psikologlar bu iki duygunun farklı yönlerine odaklanırlar. Kaygının 'beklenen' yönüne, korkunun ise 'şu anki' yönüne bakılır. Korku ile kaygı arasındaki fark, korkunun bugün olan bir problem ile ilgili olmasına rağmen, kaygının gelecekte oluşabilecek bir problem ile ilgili olmasıdır. Bu sebepten dolayı, ormanda aslanla karşılaşan bir insan korku yaşarken, üniversite sınavına hazırlanan bir öğrenci sınavı kazanıp kazanmama endişesiyle kaygı yaşar.
Korku ve kaygı hem sempatik sinir sistemi aktif olmasına hem de uyarılmaya neden olur. Korku yüksek seviyede uyarılmaya kaygı da genellikle orta seviyede uyarılmaya yol açar. Düşük seviyede kişiler kaygı yaşayıp huzursuzluk ve fizyolojik gerginlik hisseder. Korku seviyesi normalden daha yüksek olan kişilerde fiziksel ve psikolojik olarak bir çok semptom gerçekleşmektedir. Bunlar, aşırı terleme, sık nefes alma ya da kaçma gibi hallerdir.
Hem korku hem kaygı kötü bir duygu durumu değildir. İkiside belli bir süre içerisinde uyum sağlayacaktır. Korkunun temel reaksiyonu 'savaş ya da kaçtır'. Korku durumu ise, direkt olarak sinir sisteminde hareketliliğe yol açacaktır. İnsan vücudunu kaçma ya da savaşmak için hazır hale getirir. Korkunun yaşanması gereken durumların doğru olup olmamasına göre, hayatı kurtarabilir. 'Ormanda aslanla karşılaşan o kişinin enerjisiz kalıp kaçma eğilimi göstermediğini düşünün'!
En az korku kadar kaygıda uyum sağlayıcı bir duygudur. Bu durum geleceğimizi daha düzgün planlamamıza ve gelecekte başımıza gelebilecek olan problemleri farkedip ona göre hareket etmemize yardımcı olacaktır. Bu hususlarda hızlanmamızı arttırır, potansiyel tehlikeli durumlardan kaçmak için bireye yardımcı olur. Kaygı ile ilgili ilk deneysel çalışmalar yüz yıl önce gerçekleşmiştir. Yapılan araştırmalarda kaygının hiç olmaması bir problem olarak kabul edilmiştir. İnsanlarda biraz kaygı durumu uyum sağlayıcı, aşırısı ise zarar verici bir durumdur.
Psikiyatri tanılarında kaygı bozuklukları çok yaygındır. Bu grubun içindeki fobiler dikkat çeker. Bu grupta yer alan hastaların, kişisel masraflar çoktur. Kaygı bozuklukları için ortalama diğer tıbbi harcamaların üç katı daha fazla olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Yaşanan bu bozukluk insan yaşamının kalite düzeyini oldukça fazla etkilemesiyle ilişkilidir.
Sosyal Fobi Hakkında
Toplum içinde herhangi bir eylemi yaparken ya da o toplum içinde konuşurken yüzde kızarma, vücutta terleme, ellerde titreme ve de kendini küçük düşürecek yanlış bir şeyi yapma korkusu olarak tanımlanır. Bu düşüncelerden dolayı kişi, sosyal ortama girmekten kaçınır. Bu kişiler bu ortama girmek zorunda olduklarında bunaltının bütün nesnel ve öznel belirtilerinden rahatsız olurlar. Bu bozukluğa sahip olan kişiler, bu korkuyu ve belirtileri herkesin fark edeceğini düşünerek çeşitli bahanelerle kaçma eğilimi gösterir. Kaçınamadığı durumlarda, yaşayacağı duruma karşı beklenti bunaltısı günler ya da haftalar öncesinden başlar. Sorunun en önemli kısmını ise yaşanan bu beklenti bunaltısı oluşturur. Sosyal fobi belirtileri arasında en çok karşımıza, topluluk önünde yemek yiyememe, bir şeyler içememe, konuşamama ve halka açık tuvaletleri kullanamama olarak karşımıza çıkar.
Ülkemizde tipik sosyal fobi türünden olmasa bile, toplum önünde konuşamama, sosyal ortama girememe, toplum önünde özgürce davranmama gibi değişik düzeylerde çekingenlik oldukça sık gözlenen bir durumdur. Büyük bir kısmı klinik düzeyde ele alınamamaktadır ama gerçekten yüzü kızaracak, elleri titreyecek ya da topluluk içinde yanlış bir şeyler yapmaktan dolayı son derece endişeli ve kaygılı olma gibi durumlarla karşılaşan bireylerin psikiyatrik ya da psikolojik tedavi alması gerekmektedir.
Başka bunaltı bozukluklarında olduğu gibi sosyal fobide de çeşitli yaygınlık oranları vardır. Sosyal fobinin 12 aylık yaygınlığı farklı ülkelerde %0,2-9,4 arasında değişim göstermektedir. Bu bozukluk daha çok gençlerde ve kadınlarda gözükür. Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmalarına göre sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kadınların %2,3’ünde, erkeklerde ise %1,1 olarak bulunmuştur.
Sosyal fobiyi diğer bunaltı bozukluklarından ayıran en önemli özelliği; bireyin diğer insanların kendisi hakkında ne düşüneceği üzerinde fazla durmasıdır. Örneğin; agorafobisi olan kişiler bunaltı beklentilerinden korkarken, sosyal fobiye sahip olan kişiler başkalarının önünde küçük düşmekten korkar.
Sosyal kaygı bozukluğuna sahip olan kişilerde kaçıngan kişilik bozukluğu örüntüsünü ayırt etmek oldukça zordur. Sosyal fobi kişinin yaşamında herhangi bir dönemde başlayabilir. Kişi bunlardan çok fazla yakınır ve bunu yenmek için yollar arar. Kaçıngan kişilik bozukluğunda ise genellikle toplumdan, insanlarla ilişkilerden kaçınmayı içeren uzun süreli bir yaşam biçimi vardır.
Paranoid hastalarında aşırı kuşkuculuk olduğundan dolayı kaçınma eyleminde bulunurlar. Sosyal fobide bunun benzeri gözükse de aynı şeyler değildir. Fobisi olan kişilerde kuşkulanma olmaz; kişi insanlardan değil, kendi korkusundan yakınır. Paranoid de ise tehlikenin insanlardan geleceğini düşündüğü için onlara karşı kuşku geliştirir ve kendini savunmak için bir takım savunma davranışlarında bulunur. Şizofrenideki toplumdan çekilme durumu ise, sosyal fobiden çok daha farklı bir konuma sahiptir. Burada insanlardan uzaklaşma ve içe kapanma davranışı vardır.
Sosyal Fobi Nedir?
Sosyal kaygı bozukluğu, başkalarının gözünün üzerinde olabileceği sosyal ortamlarda olma ya da başkalarının onu yargılayabileceği kaygısını taşıdığı mantıklı olmayan, rezil olma duygusunun belirgin olduğu ısrarlı bir korkudur. Bireyler karşılarındaki diğer kişilerle etkileşimde bulunmaları gerektiğinde ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri hususunda korku yaşayıp bu durumdan olabildiğince kaçmaya çalışırlar. Diğer insanların, kendisi hakkında aptal, zayıf ya da kaçık gibi yargılara sahip olduklarını düşünürler. Durum esnasında kişide oluşan ellerindeki titremeleri, yanaklarındaki kızarıklığı fark ettiklerinde korkarlar veya düzgün bir şekilde konuşamayacaklarını düşündüklerinde aşırı kaygı geliştirirler. Genellikle bu kişiler ellerinin titrediğini göstermemek için başkalarının yanında yemek yemekten ya da bir şeyler içmekten kaçınırlar.
Bahsedilen bu bozukluk DSM-IV-TR de sosyal fobi olarak anılırken DSM-V de sosyal kaygı bozukluğu olarak yenilenmiştir. Bu yaşanan bozukluk diğer fobilere göre kişilerin günlük yaşantısını daha derinden etkilemekte olup, normal aktiviteleri engellemektedir. Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler önyargılara maruz kaldıklarını düşündüklerinden dolayı kaçma eylemi içine girer ve kaygı belirtileri göstererek utanç bir tutum sergilerler. Sosyal kaygı yaşayan bireylerde en yaygın görülen korkular şunlardır; toplu bir grubun arasında konuşmak, toplantı ya da sınıf gibi ortamlarda sunum yapmak, yeni insanlarla tanışmak ve otorite figürüne sahip olan insanlarla konuşma korkusudur. Sosyal kaygı bozukluğu olan kişilerde, utanç gibi gözüken bu durumdan kaçınma söz konusudur. Bu kişilerde rahatsızlık hissi daha fazladır ve bu belirtileri yaşamları boyunca utangaç kişilerden daha uzun sürdürürler.
Bireyler, yüzlerinin kızarmasında ve terlemesinde korkarlar. Topluluk karşısında yapacak olduğunuz bir konuşma yada gösteri veya ortak tuvaleti kullanmak gibi aktiviteler aşırı kaygıya neden olmaktadır. Sosyal fobisi bulunan ve sosyal ortamlarda kendilerini korku ve kaygı içerisinde gören bireyler, aslında çok daha göz önünde olabilecek işlere sahip olabilecekken, sahip oldukları yeteneklerin altında işler yaparak daha mutsuz bir şekilde hayatlarını sürdürmeye devam ederler. Çoğu günlerini bu sosyal durumla baş etmekle uğraşmaz. Genellikle daha az memnun oldukları fakat fazla sınırlandırılmış sosyal taleplerde bulunmayan işlerde çalışmayı tercih ederler.
Kaygı bozukluğu ile bazı kişilik bozukluğu da gözlenir. Sosyal kaygı bozukluğuna sahip olan kişilerin, genellikle üçte biri çekingen kişilik bozukluğu tanısı alır. (DSM-IV-TR) Bahsi geçen bu iki durum büyük ölçüde birbiriyle örtüşürler ve genetik yatkınlıkları vardır. Bundan farklı olarak çekingen kişilik bozukluğu daha erken başlar ve daha yaygın belirtileri olduğundan dolayı daha şiddetli bir bozukluk olduğu düşünülür.
Sosyal kaygı bozukluğu, genellikle sosyal etkileşimin daha önem kazandığı ergenlik döneminde başlar. Bazen erken çocukluk dönemlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Sosyal kaygı bozukluğuna sahip olan kişiler tedavi olmazlarsa, bu durum kronik olmaya başlar. Bu bozukluk günümüzde geniş hasta yelpazesine sahiptir. Bu durum kişilere göre farklılık göstermekle birlikte, topluluk önünde konuşmaktan kaygı duyan kişiler farklı sosyal ortamlarda bu durumu yaşamayabilirler. Buna rağmen bir çok kişi sosyal ortamlarda bulunmaktan çekindiklerini açıklamaktadır. Korku sayısı diğer hastalıklarla (depresyon, alkolü kötüye kullanma vb.) ilişkilidir. Buda bireyin sosyal ve mesleki işlevlerini çok fazla olumsuz etkiler.
Sosyal fobinin belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz: Genellikle korku uyandıran durumla karşılaşıldığında bedensel tepkiler ortaya çıkar. Bunlar yüzde kızarıklık, terleme, çarpıntı, nefes darlığı, mide ya da bağırsak sisteminde beliren rahatsızlıklar, kas gerginliği, titreme ya da ağız kuruluğu gibi. Tüm bu belirtiler baş gösterdiğinde zihinde bazı düşünceler ortaya çıkar. Bu düşünceler ise; acaba yetersiz kalacak mıyım, çirkin olur muyum, beni beğenirler mi, hata yapacak mıyım, mükemmel olmazsa rezil olurum düşüncesi, kaygılı olduğumu kimse fark etmemeli, rahat davranmalıyım ya da kusursuz görünmeliyim şeklindedir. Tüm bu bedensel ve zihinsel uyarılar bireyi kaçınma pozisyonuna sokar ve kişi göz teması kurmaktan kaçınır, bulunduğu sosyal ortamı terk eder ya da girmez.
Yaygın Tip
Bu tarz hastalarda bulundukları sosyal ortamlarda anksiyete problemleri yaşanmaktadır. Bu belirtiler; Toplumun önünde konuşamama, ortak tuvalet kullanımı, ortak yeme alanlarında yemek yememe, bir arkadaş grubunda gruba dahil olup sohbet edememe, karşı cinsten biriyle iletişim kuramamak gibi durumlardır. Böyle ortamlara girdiğinde kişi, herkesin onunla ilgilendiğini düşünür, herkesin kendisine baktığını ya da izlediğini sanarak anksiyete belirtilerini ortaya çıkartır.
Yaygın Olmayan Tip
Performans anksiyetesi ya da özgül tip olarak karşımıza çıkmakta. Özgül tip (sınırlı tip); sadece bazı durumlarda yaşanılan anksiyete belirtileridir. Örnek olarak; kalabalık bir ortamda kişilerin karşısında konuşmak. Kişilerin belirli bir toplum önünde bir konu üzerinde gösterecek olduğu bir performans için korku ya da kaygı durumunun oluşmasına performans anksiyetesi denilmektedir. Örneğin; bir öğrencinin sınava girdiğinde gösterdiği anksiyete ya da sahneye çıkması gibi.
Sosyal Fobi Nedenleri
Sosyal fobinin oluşmasında psiko-sosyal faktörlerin etkisini azımsamamak gerekir. Bu kategori içine bireyin ailesini, çevresini ve arkadaş gruplarını alabiliriz. Bireyin eğitiminde aile en önemli unsurlardan biridir. Bireyin kişilik gelişiminde özellikle 0-6 yaş arası dönem de aileden aldığı eğitimle şekillenir. Kişinin sosyal olaylara karşı tutumu, aileden edindiği bu eğitimle tecrübelere göre değişiklik gösterir. Yapılan birçok araştırmada, mükemmeliyetçi, katı ve ayıp gibi kavramlarla örülü, sosyal iletişime kapalı ve dış denetime önem veren aile yapısındaki yetişen bir çocuğun sosyal fobi geliştirme riskinin daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu tarz aileler genellikle çocuklarını konuşturmazlar veya kendilerini ifade etmek için kullandıkları kelimelerde sert tepki göstererek önlerini keserler. Bunun yanında bu tarz aileler de çevre çok önemlidir. Aile kendisinin nasıl algıladığını değil çevrenin onları nasıl algıladığına odaklanır. Ailede yaşayan her bireyin üzerinde toplum baskısı çok belirgin bir özelliktir. Hata yapma hususunda kendilerine acımasızlardır ve başka bireyleri düşüncesizce eleştirme eğilimi gösterirler.
Sosyal fobinin oluşumunda psiko-sosyal faktörlerin etkisinin fazla olmasının yanında toplumsal baskı ve arkadaş grupları da önemli bir yere sahiptir. Geleneksel ve kapalı toplumlarda oluşan arkadaş gruplarında birey, ayıplanırım, aşağılanırım ve küçük düşerim gibi kaygılar beslemeye başlar ve birey bir süre sonra kendini ifade edememeye başlar. Düşünceleri asla dile getirilmez. Oluşan bu baskıdan kaçmak için o toplumdan kopar ve kaçmaya başlar. Aynı zamanda bireyde sosyal fobi gelişmede başlamıştır. Bununla beraber birey ailesi ve yaşadığı toplum tarafından ayıp ve yasak gibi genellemelere maruz kaldığında bu durumu içselleştirip yanlış ya da ayıp olur düşüncesiyle belli başlı davranışları yapmaktan kaçınır ve zaman içerisinde bireyde sosyal fobi gelişmeye başlar. Kısacası, sosyal fobi nedenleri; aile yapısı ve ailenin davranış tarzı, toplumun ve çevrenin birey üzerindeki etkisi ile yakından ilişkilidir.
Beyinde Kimyasal ve Elektriksel Bozukluklar
Beyin, bir sinir hücresinden diğerine kimyasal ve elektriksel iletiler göndererek çalışır. Bu sayede kendine bir iletişim ağı kurar. Beynin kimyası kişinin hareket etmesini, düşünmesini, konuşmasını ve daha birçok günlük aktiviteleri gerçekleştirme işlevini kendi içinde sağladığı bu kimyasal iletimler sayesindedir. İnsan beyni geçirdiği her milisaniye de milyarlarca ileti sağlayarak öğrenme, ezberleme ve planlama gibi işlemleri gerçekleştirebilecek şekilde evrimleşmiştir.
Beynin içindeki bu sinir hücreleri arasında yaşanan iletişim bozuklukları anlık ve kısa süreli ya da uzun süreli yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Alzheimer, otizm ve epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıklar ve depresyon, anksiyete, şizofreni gibi psikiyatrik rahatsızlıkların beyindeki sinir hücrelerinin çeşitli nedenlerden dolayı hasar görmesi sonucunda oluşmaktadır.
Çocukluk Döneminde yaşanan Travmalar
Kişinin çocukluk dönemlerinde yaşadığı travmalar, kazalar ya da doğal afetlerin yanında çocuğu kötüye kullanma ve ihmaller şeklinde karşımıza çıkar. Çocukluk çağı kötüye kullanımı, çocuğun başta ebeveynleri olmak üzere bakımından sorumlu olan birçok kişinin fiziksel, duygusal, zihinsel ya da cinsel gelişimini engelleyen beden ya da ruhsal sağlığına zarar veren toplumsal kuralların veya hasar verici olarak nitelendirilmiş eylemler ya da eylemsizliklerin tümünü içine alır. Çocuklarda oluşan travmalar etnik grupların farklılığı, sosyal ekonomik düzeyin ve kültürlerin içinde var olan bir durumu ifade eder.
Çocuklara gösterilen fiziksel istismar en yaygın görülen ve en rahat uygulanan istismar türüdür. Genellikle 18 yaş altı çocuklara ya da gençlere yapılan bir istismardır. Çocuğa bedensel ve sağlık açısından zarar verilir. Fiziksel istismara uğramış çocuklar sosyal işlevselliklerini yitirirler. Kendilerini yetersiz hissederler ve yakın ilişki kurma güçlüğü yaşarlar. Duygusal bağlılıklarında öfke ve kötüye kullanım davranışlarını içeren ilişkiler baş gösterir. İstismara uğramış olan bu çocukların, bilişsel yetileri bozulur ve bu sebeple akademik başarı sağlamaları beklenemez. Fiziksel olarak kötüye kullanılmış çocuklar da maddeyi kötüye kullanım, tehlikeli cinsel deneyimler, kişilik bozuklukların bunlarla birlikte gelişen kaygı bozuklukları dikkat bozukluğu gibi hastalıklara da sıkça rastlanır. Bu çocuklarda aynı zamanda travma sonrası stres bozukluğu görülür ve intihar etme riskleri artar.
Çocuk, kendisine bakan kişiden duygusal yönde etkilenir. Ebeveynin ya da bakım verenin olumsuz tutum ve davranışları ilgisiz ve sevgisiz bırakması duyguyu kötü kullandığı anlamına gelir. Güvenli bağlanma, çocuğu gelişimi için çok önemli bir unsurdur. Çocuğun sosyalleşmesi, kendini değerli görmesi, sınırlarının öğretilmesi, güven duyulması sağlıklı ruh gelişimi için önem teşkil eder. Duygusal kötüye kullanmada, bu temel ihtiyaçlar karşılanmaz ya da sınırlandırılır. Oldukça sık karşılaştığımız duygusal kötüye kullanım ve ihmal gibi davranışların yasal olarak kanıtlanması güçtür. Bu tepkimelere maruz kalan çocuklar, ailelerinden uzaklaşır ve gergin olurlar. Ayrıca saldırganlık, değersizlik ve uyumsuzluk gibi davranışlarda sık sık gözlenir. Çocuğun kişiliğini ve başarısını etkilediği gibi fiziksel gelişimini de olumsuz yönde etkiler.
İhmal duygusal, eğitimsel ya da fiziksel olarak karşımıza çıkar. Kötüye kullanım ve ihmal birbirine çok yakındır. Onları birbirinden ayıran özellik ise, kötüye kullanım aktiftir, ihmal ise pasif bir durumu ifade eder. 18 yaşından küçük bireylerin çeşitli alanlardaki temel ihtiyaçlarının karşılanmama durumudur. Sağlık hizmetlerinin verilmesi, çocuğun dışlanması ya da çocuğun evden kovulması, gerekli besinin verilmemesi ya da temizliğinin sağlanmıyor olması gibi durumlar fiziksel ihmal olarak kabul edilir. Çocuğun sosyal gelişimini desteklenmemesi, psikolojik ihtiyaçlarına cevap vermemek, duygusal olarak ilgilenmemek ya da sosyal kuralları öğretmek istememesi ise duygusal ihmal olarak karşımıza çıkar.
Kişilik Bozuklukları
İstikrarlı olarak, olumlu bir benlik bilincini şekillendirmede, yakın ve yapıcı ilişkileri sürdürme konusunda sorun yaşama olarak da tanımlanan kişilik bozukluğu, farklı yapıların yer aldığı bir grup rahatsızlıktır. Yaşamımız da zaman zaman hepimiz kişilik bozukluğunun belirleyicisi olan tanı kriterlerini davranışlarımızda ve düşüncelerimizde hissedebiliriz. Ancak kişilik bozuklukları bu ayırıcı kriterlerin aşırı, son derece katı ve uyumsuz şekilde ifade edilmesi olarak tanımlanır. Kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler kimliklerinde ya da sosyal hayatlarında aşırı sıkıntı yaşarlar ve bu problemler yıllarca sürer. Bireyin kişilik problemleri bilişte, duyuda, ilişkilerde ve dürtü kontrolünde belirgindir. Bozukluğun belirtileri yaygındır ve senelerce sürer.
Kişilik bozukluklarının sınıflandırılması hususunda çok farklı tartışmalar vardır. Konuyu açıklığa kavuşturmak için DSM-V’in ekibinde açıklanan alternatif bir boyutsal yaklaşımla ele alınmaktadır.
DSM-V 10 farklı kişilik bozukluğunu 3 kümeye ayırmıştır. Bu kişilik bozukluklarının tuhaf veya eksantrik (sıra dışı) davranışlar A kümesinde; dramatik, duygusal veya değişken davranışlar B kümesinde, kaygılı ve korkulu davranışlar ise C kümesinde yer almaktadır. Majör depresif bozukluk yaşayan biri ya da bir anksiyete bozukluğu olan kişi aynı zamanda kişilik bozukluğuna da sahiptir. Bunlar eş zamanlı rahatsızlık olduğundan dolayı kişilik bozukluğu, depresif veya anksiyete semptomlarının yapısını şekillendirir. Örneğin; OKB (Obsesif Kompulsif kişilik bozukluğu) ve anksiyete bozukluğu olan bir kişi mükemmeliyetçi ve kontrolcü davranışlar sergileyerek anksiyeteyi meydana getirir. Sonuç olarak kişilik bozukluklarına genellikle tedavi ortamlarında rastlanır.
Sosyal Fobi Belirtileri
Sosyal fobiyi birçok belirti ile beraber görebilmemiz mümkündür.
Fiziksel Belirtiler
Sosyal fobi yaşayan kişide topluluk önünde konuşacağı sırada ellerin titremesi, rengin değişmesi ve gözleri konuştuğu insanlardan kaçırma gibi belirtiler görülebilir.
Çekingenlik Duygusu
Sosyal fobinin gözlendiği kişide çekingenlik duygusu fazlasıyla belirgindir. Dolmuşta ücret uzatırken, derste söz alırken ve restoranlarda sipariş verirken bile yakınlık duyduğu kişiden yapmasını rica eder ve farklı insanlarla diyaloga girmekten kaçınır.
Korkulan Ortama Girememe veya Ortamı Terk Etme
Kendisinin söz alması gereken ya da tanımadığı insanlarla konuşması gereken ortamlara girmek istemez. Eğer sosyal fobi yaşayan kişi bu ortamlara girerse herhangi bir negatif reaksiyonda bulunduğu ortamı terk edebilir.
Sosyal Fobi Tanı ve Teşhis Yöntemleri
Psikologlar ve Psikiyatristler tanı ve teşhis kriterini belirlerken, günümüzde güncellenmiş DSM-V tanı ölçütleri kılavuzundan yararlanırlar. DSM-IV de sosyal fobi olarak ele alınırken DSM-V de toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi) olarak adlandırılmıştır. Tanı kriterleri şu şekildedir;
- A. Kişilerin başkaları tarafından farkedebilecek derece korku ve kaygı gibi durumlar ile karşılaşmasına denilmektedir. Bu konuya örnek verecek olursak, toplumsal etkileşim için (Karşılıklı konuşma), gözlenme için (yemek yerken yada içerken) ve başkalarının önünde bir eylem gerçekleştirmek için (konuşma yapma) bahsedilebilir.
- Not olarak, çocuklarda kaygının kendi akranları ile bulundukları ortamda oluşması gerektiği, yalnızca kendinden büyük kişilerin yanında oluşmaması gerektiği önemli bir husustur.
- B. Kişiler kaygı duyduğunu belli edecek olan hareketler yapmaktan çekinirler.
- C. Bahsetmekte olduğumuz bu toplumsal sorunla, kişilerin üzerinde kaygı veya baskı unsuru oluşturacak durumlar doğurabilmektedirler.
- Not: Çocuklarda, korku ya da kaygı, ağlama, bağırıp çağırarak, dona kalma, sıkıca sarılma, sin me ya da toplumsal durumlarda konuşamama ile kendini gösterebilir.
- D. Toplumsal durumlarla karşılaşıldığında yapılabilecek 2 tür davranış şekli bulunmaktadır. Ya bu toplumsal durumlardan kaçınılır yada kaygıya rağmen bu duruma katlanmak zorunda kalınır.
- E. Korku, kaygı yada kaçınma gibi psikolojik problemler bir anlık oluşan yada kısa sürede tedavi edilmeden geçen durumlar değildir. En az 6 ay ile 1 yıl arasında sürmektedir.
- F. Korku, kaygı ya da kaçınma klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
- G. Bu psikolojik problemler herhangi bir madde ya da ilacın yan etkilerinden dolayı oluştuğu söylenemez.
Psikiyatrik Muayene
Fobi bozukluğunda sadece ilacın önemli bir etkisi yoktur. İlacın yanında Bilişsel-Davranışçı terapide uygulanmalıdır. Kimi hastalarda bilişsel davranışçı terapiyi desteklemek amacıyla kişide oluşan komplikasyonları gidermek için ilaç takviyesi yapılır. Fobi bozuklukları genelde süreğen hastalıkların olduğundan dolayı ilaç yetersiz kalır.
Sosyal Fobi Risk Faktörleri
Sosyal kaygı bozukluğunu ortaya çıkaracak çeşitli risk faktörlerinden söz edebiliriz. Bu risk faktörleri biyopsikososyal bir etkileşim modeli içinde değerlendirilir ve risk faktörlerinin bir araya gelmesiyle çeşitli hastalıklar tetiklenir. Çekingen davranış modelleri, bireyin doğuştan getirdiği mizaç özellikleri erken çocukluk döneminde görülmekte olan yeni ve tanıdık olmayan durumlardan aşırı rahatsız olma durumu buna örnek gösterilir. Bir başka önemli risk faktörleri ise, sosyal gruplar içerisinde yaşanan durumlarla yakından ilişkilidir. Sosyal grupların içinde kişinin başkası tarafından alay edilmesi, hor görülmesi ya da dışlanma gibi travmatik deneyimler risk faktörlerini ortaya çıkarır. Ailelerin çocuklarına karşı takınmış oldukları aşırı tutucu tutumları da çocuğun özgüven gelişimi için önemli bir risk faktörüdür.
Genetik Etkenler
Bozukluğun etiyolojisinde genetik faktörlerin ne kadar etki ettiğini anlamak için çeşitli aile ve ikiz çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda genetik etmenlerin orta düzeyde katkısı olduğu anlaşılmıştır. Konkordans, monozigot ikizlerinde %24,4, dizigot ikizlerinde ise bu oran %15,3 olarak belirlenmiştir. Sosyal fobi kalıtsal geçiş endeksi ise %30’larda olduğu öne sürülmüştür. Yaşanan sosyal korkular ile ilgili yapılan araştırmalarda bu geçiş sonuçları %50 ile %22 arasındadır. Sosyal fobi riskinin artmasında kuşaklar arası geçiş söz konusudur. Sosyal fobi yaşayan bireylerin yakın akrabalarında sosyal fobinin görülme sıklığı %15’tir. Yeni doğmuş bebeklerin yaklaşık %10-%15’i bu dönemlerde daha huzursuz, diğer akran gruplarıyla kıyasla daha korkak ve okul döneminde daha dikkatli ve de içe dönüktür.
Sosyal Fobi Komplikasyonları
Bu komplikasyonlar; depresyon, alkol ve zararlı madde bağımlılığı ya da panik atak krizleri şeklindedir. Ayrıca sosyal fobi için kullanılan bazı ilaçlar ilk günlerde çeşitli yan etkiler yapabilir (Uyku düzensizliği, hafif bulantı, mide de huzursuzluk, baş ağrısı gibi). Fakat vücut bir süre sonra bu ilaçlara alışır ve yavaş yavaş bu yan etkiler ortadan kalkar.
Majör Depresif Bozukluğu
Majör depresif tanısı alabilmek için bir hastanın DSM-V de belirtilen tanı kriterlerinin en az 2 haftalık süre içerisinde 5 belirtiye sahip olması gerekir. Belirtilen bu kriterlerin arasında çökkün duygu durumu ya da ilgi ve zevk kaybı bulunmak zorundadır. Tüm bunlara ek olarak uykuda, iştah, odaklanmada ya da karar almada değişiklikler, değersiz ve suçlu hissetme ya da psikodevinsel yavaşlama ya da yerinde duramama belirtilerinin yaşanması gerekir.
Majör depresif bozukluk (MDB), dönemsel (epizodik) bozukluğudur. Dönemsel bir bozukluk olmasının sebebi, yaşanan belirtileri belli bir dönemde görülmesidir. Bazı dönemlerde görülmeyebilir. Dönemlerin (epizodların), zamana yayılma eğiliminde olmasına karşın tedavi edilmeyen epizot 5 ay ya da daha fazla uzun sürebilir. Bu belirtileri yaşayan bireylerin küçük bir yüzdesinde depresyon kronik olarak görülür.
Majör depresif dönemler tekrarlama eğilimi gösterirler. Kişi için önceki dönem biter ve kişi başka bir dönem yaşamaya başlar. Majör depresyon epizodu yaşayan insanların 3/2’si yaşamları boyunca birden çok epizot deneyimler yaşar. Epizodların ortalama sayısı dörttür ve her yeni epizot bir sonraki epizodun görülme riskini yüzde 16 arttırır. Yaşamının son 2 haftasında majör depresif bozukluğunun en az 5 belirtisini gösteren kişi ile 10 gün boyunca belirgin farklılık olan sadece 3 belirti gösteren kişiler arasında acaba uyuşmazlık var mıdır? Aynı yumurta ikizleri üzerinde yapılan birçok araştırmaya göre, belirtisiz depresyon olanlarda gelecekte majör depresif bozukluk epizodlarının olacağı görülmüş olup hatta diğer ikizinde majör depresif bozukluk tanısı alacağı saptanmış. İkizlerden birinde belirtisiz depresyon varsa gelecekte ikisinde de majör depresif dönemlerin görülme olasılığı fazladır. Hatta ve hatta çok fazla depresyon belirtileri bile bozukluklara neden olabilir. Ne kadar bozukluk düzeyi artarsa o kişide depresif belirtilerde o kadar artar.
Madde Kullanımı Bozukluğu
Yüzyıllar boyunca insanlar acıyı azaltmak ya da bilinç durumlarında değişiklik yaratmak için çeşitli maddeler kullanmışlardır. Bireyler, fiziksel veya ruhsal acının etkisini azaltmak ya da ofori (coşku) yaratmak için merkezi sinir sistemine etki eden bir ya da birden çok madde kullanmayı tercih ederler. Vücuda alınan bu tür maddeler çoğu zaman yıkıcı sonuçlara neden olmasıyla birlikte başlangıçta bu maddelerin kullanılmasının kökeninde yatan temel faktör maddenin mutluluk verici ve hoşa giden etkisi vardır.
Madde kullanımına, ergenler arasında oldukça sık rastlanır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; 2008 yılından 2009 yılına kadar yasa dışı madde kullanan ergenlerin (12-17 yaş) sayısında %9,3’ten, %10’a artış olmuştur. Yine aynı şekilde 2019 yılında, 12-13 yaşında bildirilen alkol kullanım oranı %3,5 iken bu oran 13-14 yaşta %13’e ve 16-17 yaşta ise %26,3’e yükselmiştir.
Madde kullanım bozuklukları kriter değerlendirmesini yine DSM-V den almaktadır. DSM-V den önce maddelerin patolojik kullanımı; madde kötüye kullanımı ve madde bağımlılığı olmak üzere 2 kategoriye ayrılmıştır. Fakat bu durum daha sonra DSM-V de araştırmacılar arasında pek çok problemi ortaya çıkarmıştır. Değerlendirmeye göre maddeyi kötüye kullanma kategorisinin güvenirliği zayıftır. Bir diğeri genel görüşün aksine maddeyi kötüye kullanma kriterlerine uyan pek çok birey bağımlı olmaz. Üçüncüsü de DSM-V kriteri analiz edildiğinde bu konuyla ilgili 2 kategoriden ziyade yalnızca bir kategoriyi temsil ettiği oldukça açık bir şekilde gözlemlenmiştir. Bundan dolayı DSM-V de madde kullanımı bozukluğu tek kategoride incelenir.
Madde kullanım bozukluğu; alkol, amfetamin, kokain, cannabis, halüsinojenler, yatıştırıcı/anksiyolitik ve tütün mamulleri, inhalanlar gibi belirli maddeleri içermektedir.
Bağımlılık tipik olarak yoksunluk, niyet edilenden daha çok madde kullanma, tolerans geliştirme, kullanılan madde yüzünden psikolojik sorunların kötüleşmesi gibi çeşitli belirtileri karakterize etmiş olan madde kullanım bozukluğunu ifade eder. Madde kullanım bozukluğu, tanı kriterlerinden 6 ya da daha fazlası ile karşılaşılan durumlarda ciddi madde kullanım bozukluğu olarak kabul edilir.
Tolerans; arzu edilen etkiyi etmek üzere daha çok madde kullanımını ve aynı miktarda alınmasına karşın hissedilir oranda daha az etkilenmeyi ifade eder. Yoksunluk ise, kullanılan maddenin sona erdirilmesini ya da maddenin daha az alınması durumunda bireyin gerçekleştirdiği psikolojik etkileri ve bununla birlikte gelişen olumsuz fiziksel belirtileri ifade eder. Madde yoksulluğunun belirtiler; kas ağrıları, terleme, tikler, kusma ve uykusuzluğu kapsar. Genel anlamda kişinin, fizyolojik olarak bir maddeye bağlılık geliştirmesi oldukça ciddi sorunlarla ilişkilidir.
Madde kullanım bozukluklarında en fazla karşılaşılan bozukluklar alkol ve madde kullanım bozukluğudur. Bu kişilere kullanılan bağımlı ve alkolik gibi terimler düşüncesizce söylenmektedir. Çünkü bu terimlerin söylenmesi, bu bozukluğa sahip olan insanların mustarip oldukları bozukluktan daha çok ruhlarını esaret altına almalarına yardımcı olur. Tarihsel kökenine baktığımızda madde ve alkol kullanım problemleri, tedaviye gereksinim duyma durumundan ziyade ahlaki bir sapma olarak karşımıza çıkar. Maalesef bu ve bunun gibi yaklaşımlar günümüzde hala karşımıza çıkar.
Oysaki fizyolojik olarak bir maddeye ya da alkole geliştirilen bağımlılık aslında sadece kişisel seçim meselesi olmasıyla ilişkili bir durum değildir. İnsanların maddeyi ve alkolü kullanma ya da deneyimlemek istemeleri bir tercih meselesi olabilir fakat bağımlılığın ortaya çıkması kişinin nörobiyolojisi, sosyal düzeni, kültürü ve diğer çevresel faktörlerin bir araya gelmesi ile madde ile etkileşimini hızlandırır. Saydığımız bu faktörler bazı insanlarda madde bağımlılığını bazı insanlara göre daha yüksek yaşadığını gösterir. Madde kullanımını hatta bununla gelişen madde kullanım bozukluğunu salt ahlaki bir düşünce ya da kişisel bir seçimin sonucu olarak görmek büyük bir yanlıştır. Bunun yanında alkole ya da maddeye bağımlılık geliştiren bir kişinin içinde bulunduğu bu durumu değiştiremeyeceğini düşünmesi de son derece yanlış bir olaydır. Tıpkı diyabet rahatsızlığı bulunan kişilerin insülin ve kontrollü bir rejimle hastalıklarının gidişatını değiştirebilecekleri gibi bu alandaki kişilerinde tedavi ve davranış örüntülerini değiştirmesiyle bu sorun çözülebilir.
Sosyal Fobi Nasıl Önlenir?
Sosyal fobinin önlenmesi aşama şeklinde yapılmaktadır. İlk aşamalardan biri göz teması kurmaktır. İlk olarak, yabancılara gülümseyip onlar ile göz teması kurabilirsiniz. Daha sonra sudan sebepler dahi olsa konuşmaya özen gösterin. Bu süreçte konuşma yeteneğinizi güçlendirmek önemli bir unsurdur. Kişisel terapi programlarında uygulanan bir diğer aşama ise, insanlara iltifat etmektir. Her insan iltifattan hoşlandığı için onlarla kurduğunuz bu iletişim sizin sosyal çevrede daha rahat olmanızı sağlayacaktır. Son olarak temas kurmayı ihmal etmemelisiniz.
Tüm bu aşamaları gerçekleştirip kendinizi daha rahat hissettiğiniz anda büyük bir gruba dahil olmalısınız. Öğrendiğiniz aşamaları pratik yapmak için güzel bir fırsattır. Çoğu zaman akademik programlar ve eğitim programları bu olanakları size sunar. Mümkün mertebe katılım sağlayarak bu süreci hızlandırabilirsiniz. Katılacağınız gruba önceden sizi rahatlattığına inandığınız bir konuşmayı hazırlayabilir ve ayna önünde tekrarlanabilir. Yapacak olduğunuz ilk konuşma her zaman gergin olmanızı gerektirir. Bu durum sizi endişelendirmesin ve denemeye sık sık yapın.
Çocuk Yetiştirmede Ebeveynlerin Yapması Gerekenler
Bu hususta çocuğun gelişiminde ebeveynlerin önemli bir rolü vardır. Okul öncesi döneminden önce ebeveynler çocukları ile sosyal ortamlara girmelidirler. Bu ortamlarda çocuklara model olmak önem teşkil eder. Ebeveynin karşısındaki kişi ile kurduğu göz teması kadar çocuğuyla da kurduğu bu bağ önemlidir ve unutulmaması gerekir. Konuşmayı ebeveyn olarak ilk siz başlatabilirsiniz. Çocuk okula başlamadan önce, okul öncesi eğitim ile desteklenebilir. Çocuğun kendini yetersiz duygusunu hissetmemesi için (ben yapamam düşüncesi) bazı konularda başarmasına fırsat verilmelidir. Çocuğun yaşına uygun sık sık görev ve sorumluluk verilebilir.
Çocuğun kendi fikrini ifade etmesinin önemi büyüktür. Bu yüzden ne düşündüğünü ona sorun ve söyleyeceği her şeyi önem verdiğinizi ona hissettirin. Çocuğunuza bilinçli bir yönlendirme sağlayın. Başarısını takdir edin ve çocuğunuzu ödüllendirin. Sosyal ortama girmesini sağlayın ve akabinde akran gruplarıyla ilişkilerini destekleyip evinize misafire çağırın.
Çocuğun kişiliğini hiçbir sebepten ötürü eleştirmeyin. Çocuğunuz utangaç ya da çekingen bile olsa başkasının yanında ona bu durumdan bahsetmeyin. Sosyal fobisi olan çocuklarda başkası ne der fikri oluştuğu için, onlara ayıp diyerek bir eğitim sağlamayın. Mükemmeliyetçi olmanız işleri daha çok yokuşa sürecektir. Çocuğa, neden daha iyisini yapmadın gibi suçlayıcı ithamlarda bulunmayın. Burada unutulmaması gereken en önemli husus ise ebeveynin takınacağı bu tutum çocuğun kendini yetersiz ve güvensiz hissetmesine neden olur.
Bir diğer husus ebeveynler, çocuğu diğer kardeşleri ve arkadaşları ile kıyas yapmamaya özen gösterin. Bu çocuklardan tamamen dışa dönük olması beklenmemelidir. Çocuğun yapmış olduğu en ufak sosyal adım desteklenmelidir. Bununla birlikte, okula başladığında öğretmeninden destek alın. Sevgiyi, şefkati ve sabrı çocukların üzerinden esirgemeyin. Ebeveynlerin unutmaması gereken en önemli konu zamandır. Zamana ihtiyacınız var.
Sosyal Beceri Eğitimleri
Sosyal beceri, özellikle 1970’li yıllardan itibaren üzerine yoğunluk gösterilen bir alan olarak karşımıza çıkmıştır. Çocukların sosyal becerisine duyulmuş olan bu ilgi, hem çocuğun sosyal becerisini tanımlama ve noksanlığının değerlendirilmesi hem de uygun müdahale yaklaşımlarının sergilenmesi için çok sayıda araştırmacı konuya destek vermiştir. Bu konuyla ilgili farklı tanımlamalar mevcuttur. Örneğin,1993’te Elliot ve Gresham, sosyal becerileri bir bireyin olumlu tepkileri meydana çıkarıp olumsuz tepkilerden ise kaçınmaya yardımcı olacak şekilde diğerleri ile etkileşimi mümkün kılan, sosyal açıdan kabul gören davranışlar olarak ifade etmiştir. 1995’te Walker ve McConnell sosyal beceriyi ise; öğretmenler, ebeveynler ya da akranlarca verilen sosyal görevleri yerine getirmek için kullanılan spesifik stratejiler olarak tanımlamaktadır. Bunlar gibi farklı araştırmacıları farklı tanımları vardır.
Sosyal beceri eğitim programları içinde yer alan başlıklar çoğunlukla, çocuğun kendisini tanıyabilmesi, sohbet başlatabilmesi ve sohbeti sürdürebilmesi, uygun problem (sözlü sunumlar yapabilme, kaygı oluşturan durumlar ile başa çıkabilme ve başkaları ile etkileşim içinde işbirliği yapabilme gibi) becerilerine ilaveten atılganlık eğitimi olarak da adlandırılan sosyal davranışları sergilemeyi kapsar. (Bir yerin adresini sorma ya da ev ödevi hakkında bilgi isteme gibi)
Sosyal Çevre Edinme
Sosyal fobiye sahip olan kişi, çevre edinme konusunda çok başarılı değildir. Fobi bir durumu olduğu için toplum için oldukça fazla çekingen bir tutum sergiler. Herkesin onunla dalga geçip alay edeceği düşüncesi olduğu için bulunduğu sosyal ortamı terk etme eğilimine sahiptir. Bu kaçış durumu çevresi tarafından fark edilir. Hem kendisi açısından hem de bulunduğu çevre açısından bir iletişim kopukluğu meydana gelir. Sosyal fobisi olan kişiler çevre edinebilmesi için psikolojik bir destek alması gerekir. Ailesinin ve yakınlarının da etkisi büyüktür. Kişi biraz daha kendini tanımalı ve bir şeylere adım atmak konusunda kendisini motive etmelidir. Çevresinden ve oluşabilecek herhangi bir durumdan kaçmamalı, çeşitli aktivitelere katılmalıdır. Bir arada bulunduğu insanlarla daha fazla sohbet etmelidir.
Sık Sorulan Sorular?
Çoğu insan kendinde var olan sosyal fobinin farkında olmuyor. Farkına vardığı andan itibaren bir sürü soru dolaşıyor akıllarda. İnsanların en sık sorduğu sorular ise ne zaman başladığı ne zaman bittiği, tam olarak ne olduğu, sosyal fobisinin olup olmadığını nasıl idrak edeceğini ve tedavisinin nasıl yapılacağı gibi sorular sıkça karşımıza çıkar.
Sosyal Fobiniz Olup Olmadığını Nasıl Anlarsınız?
Kişide yalnızlıktan dolayı depresyon belirtileri görülür. Bununla birlikte özgüven düşüklüğü ve sürekli yetersizlik hissi görülmeye başlar. Birey çevresi ile ilgili sosyal iletişim ve beceri eksikliği yaşar. Arkadaş ilişkisi birlikte karşı cinsle de bir ilişki kuramaz. Birey, sosyal çevrede karşılaştığı yeni tanışılan biriyle iletişim kurup bunu sürdüremez. Sohbet başlatamaz ve birey sürekli dinleyici konumundadır.
Sosyal Fobi Hangi Yaşlarda Başlar?
Sosyal fobi daha çok 10 ve 17 yaşlar arasında kendini göstermeye başlar. Minimum olarak belirtilen 10 yaş ortalaması, her geçen sene bu rakamın aşağısına düştüğü görülür. Sosyal fobi cinsiyet fark etmeksizin (kız-erkek) ergenlik çağında başlar. Bu dönemlerde tedavi edilmez ise ömür boyu sürer ve bireyi yalnızlaştırır mutsuzluğa iter.
Sosyal Fobi Tedavi Edilmezse Hangi Hastalıklara Yol Açar?
En yaygın hastalık olarak karşımıza çıkan; depresyondur. Sosyal fobiye sahip olan kişilerin depresyona girme yatkınlığı çok yüksektir. Kariyerinde yükselememe, karşı cinsle iletişim kuramama ve hayatında birçok kısıtlamaları olan bireylerin depresyonla tepki vermeleri çok normaldir. Depresyon dışında bir başka yaygın olarak görülen bozukluk ise; sosyal fobi durumu yenmek için kullanılan alkol ve diğer zararlı maddelerdir. Bu durum sosyal fobisi olan bireyleri alkolik ya da madde bağımlısı yapmaya zemin hazırlar. Fobi bozukluğa sahip olan insanlar sosyal ortamlara girmeden önce alkol kullanmayı tercih ederler. Tüm bunlarla birlikte sosyal fobisi olan kişilerde sıklıkla tekrarlanan panik atak krizleri görülür.
Sosyal Fobi Utangaçlık mıdır?
Sosyal fobi ile utangaçlık aynı şeyler değildir. Aralarındaki fark yaşanan bir durumda ortaya çıkan kaygının derecesidir. Utangaç biri karşılaştığı durumla zaman içinde uyum gerçekleştirir. Fobi bozukluğa sahip olan bir birey ise, kendinde anksiyete yaratan kaynağı gerektiğinden çok fazla önem yükler. Utangaçlık, bireyin karakteristik bir özelliği olabilir. Utangaçlık aşırıya kaçmadığı sürece hastalık olarak adlandırılmaz. Psikiyatrik bir hastalık olan sosyal fobide ise, psikolojik ya da psikiyatrik destek alınması gerekir. Sosyal fobisi olan kişilerde farklı tedaviler uygulanır ve bazı zamanlarda psikotrop ilaçlardan faydalanmak gerekir.
Sosyal Fobi Tedavisi Nasıl Yapılıyor?
Fobi bozukluklar yaşayan bireyler için maruz bırakma adı verilen tedavinin birçok farklı çeşidi geliştirildi. Maruz bırakma tedavi genellikle nesneye gerçek hayatta maruz kalmasıyla yapılır. Hayvan, iğne veya dişçi korkusu gibi fobilere sahip olan kişilerin birkaç saatlik tedavi son derece etkili olacağı gösterilmiştir.
Sosyal kaygı bozukluklarının tedavisinde en etkili yöntem olarak maruz bırakma yöntemi kullanılır. Bu tedavi halka açık sosyal ortamlardan önce rol oynama yoluyla veya terapist ile uygulama yaparak ya da küçük terapi gruplarında başlar. Kaygı genellikle uzatılmış maruz bırakma ile söner. Terapist sosyal beceri eğitiminde geniş davranış modelleri sağlar ve sosyal ortamlarda ne söyleyeceğini ya da ne yapacağını bilmeyen sosyal kaygı bozukluğu olan bireylere destek olabilir. Göz temasından kaçınma gibi davranışlar, sosyal kaygının sönmesine engel olduğuna inanılır. Bu düşünceden dolayı sosyal kaygı bozukluğu olan bireylere güvenli davranışları bırakması öğretilerek maruz bırakma tedavisi uygulanır. Tedavi uygulanırken kişiden sadece sosyal aktivitelere katılması istenmez. Bunun yanında kişilerle doğrudan göz teması kurma, konuşma ve tamamen sosyal ortamda kalması istenir. Bu durum aynı zamanda kişiye diğer insanlar tarafından nasıl algılandığı ile ilgili düşüncelerine olumlu yön kazandırır ve bu da maruz bırakmanın gücünü arttırır. David Clark (1997), sosyal kaygı bozukluğu için çeşitli tedavi yöntemleri geliştirerek bilişsel terapi versiyonunu geliştirdi. Terapist, kişinin dikkatini içe odaklanma hususunda öğretiler sağlayarak ona yardımcı olur. Ayrıca diğer insanların ona nasıl tepki vereceği konusundaki düşünceleri ile ilgili aşırı olumsuz imajlarıyla da mücadele ederek destek olur. Bu bilişsel terapinin, fluoksetin ya da gevşemeyle birlikte maruz bırakma tedavisinden daha etkili olduğu gösterilmiştir.
Sosyal Fobi Hastalarının Yalnız Kalma İsteklerinin Nedeni Nedir?
Sosyal fobi kişide korku hissi yarattığından dolayı, sosyal fobisi olan kişi konuşma ya da sunum yapamaz. Bu bireyler sosyal ortamlarda yemek yiyemezler ya da ortak tuvaletleri kullanamazlar. Hal böyle olunca sosyal fobisi olan kişiler kendisini izole etmeyi bir kaçış yolu olarak görür. Bu kişiler genellikle başkaları tarafından değerlendirilmeye diğer insanlardan daha fazla önem verirler. Bu durum genellikle hep olumsuz mesajları algılamayı olanaklı hale getirir. Yanlış bir hareket yapma sosyal fobiye sahip olan kişiler için korkunç bir durumdur. Her şeyin en iyisini yapmaya çalışırlar ve yapamayacaklarını düşündüklerinde demoralize olurlar. Bu durumda onlara ortamdan kaçmaları için zemin hazırlar. Karşı cinsle ilişki kuramamaları da sosyal fobi hastalarının yalnız kalma isteklerini pekiştirir.
Sosyal Fobi Tedavi Süreci Nedir?
Sosyal fobinin hafif ya da orta ağırlıkta olduğu durumlarda 20 seans gerekebilir. Bazı durumlarda süreç değişiklik gösterebilir. Topluluk önünde konuşamayan bir kişinin konuşmaya karşı geliştirmiş olduğu korku durumunu üzerinden atması için daha kısa süreli bir terapiye ihtiyaç vardır. Bu durum daha ağır semptomlara sahip olan kişiler için daha fazla olabilir. Tedavi süreçlerini, kişinin sahip olduğu problem düzeyi ve terapiye aktif katılım gibi faktörlerin etkisi belirler.
Sosyal Fobi Hastalığının Kadınlarda ve Erkeklerde Görülme sıklığı Nedir?
Yapılan araştırmalara göre kadınların erkeklere göre sosyal fobi hastalığına yakalanma olasılığı en az iki kat daha fazladır. Kadınların kaygı bozukluklarına erkeklerden daha fazla yatkınlık gösterdiğine dair net bir fikir birliği vardır.
Kadınların neden erkeklerden daha çok kaygı bozukluğu geliştirdiği konusunda çok farklı kuramlar mevcuttur. Kadınlar erkeklere göre bu belirtileri daha fazla gün yüzüne çıkarıyor olabilir. Psikolojik farklılıklar, bu cinsiyet farklılıklarını açıklama konusunda bize yardımcı olabilir. Bunun dışında cinsiyet rollerinin olduğu gibi bu farklılıklarda sosyal faktörlerin de rolü olabilir. Örneğin, erkekler korkuları ile yüzleşmek için daha çok sosyal baskı yaşıyor olabilirler. En etkili tedavi olarak korku ile yüzleşme temel olarak alınabilir. Kadınlar erkeklere nazaran farklı yaşam koşullarına maruz kalıyorlar. Örneğin, birçok kadın çocukluk ya da yetişkinlik dönemlerinde cinsel istismara maruz kalabilir. Bu travmatik deneyimler, kişinin çevresi üzerinde kontrollü olduğu algısının gelişmesine engel olabilir ve kişinin çevresi üzerinde az kontrolünün olması kaygı bozuklukları için ortam sağlayabilir. Bunların dışında kültürel ve psikolojik etkilerin bir sonucu olarak kadınlar, erkeklere göre strese karşı daha çok biyolojik tepki gösterdiği görülmektedir.
Sosyal Fobi Depresyona Dönüşür mü?
Sosyal fobi yaşayan kişilerde görülen en yaygın hastalık depresyondur. Kişinin toplum içinde konuşamama, toplumda yer edinememe, kendini ifade edememesi, kişilerle göz teması kuramama, karşı cinsle iletişimi sürdürememesi gibi sebeplerden dolayı kişi, depresyona meyillidir. Sosyal fobi tedavi edilmezse hızlı bir şekilde depresyona dönüşür.
Sosyal Fobi Belirtileri Olan Kişilere Arkadaş veya Yakınları Nasıl Davranmalıdır?
Bu hastalığın belirtilerine sahip olan kişilerle etkin bir iletişim kurmak önemlidir. Birlikte sosyal çevreye girip destek olunması gerekir. Bu kişiler ile iletişime geçilirken göz teması kurmalıdırlar. Herkesin her şeyi başaramayacağını anlatıp onun neyler de başarı sağlayabileceğini fark ettirmek gerekir ve bu hususta onu destekleyici bir tutum sergileyerek başaracağı konuda fırsat vermek gerekir. Sosyal ortamda sosyal fobiye sahip olan kişiye arkadaşları ya da yakınları, eleştirel bir tutum sergilemesi işleri biraz daha karmaşık bir hale getirebilir.
Sosyal fobi için hangi doktora gidilir?
Sosyal fobi çocukluk çağı travmalarına, gelişim problemlerine ve duygusal şoklara; bazen de psikolojik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Teşhisi ve ayırıcı tanısı oldukça güçtür. Çağımızda oldukça sık karşılaşıldığından dolayı birçok psikolog ve psikiyatrist bu konuda kendini geliştirmiştir. Kendisinde ya da çocuğunda sosyal fobi olduğunu düşünenler doğrudan bir psikoloğa ya da psikiyatri bölümüne başvurmalıdır.
Sosyal fobi bir hastalık mıdır?
Sosyal fobi bazı dönemlerde akut denilebilecek şekilde gelişir. Kişi üç – dört günlüğüne insan içine çıkmaktan, insanlarla bir şeyler yapmaktan ve sosyalleşmekten uzaklaşır. Etki faktörlerinin ortadan kalkması ile normale döner. Bu tip sosyal fobi hastalık olarak kabul edilmemektedir. Ancak bazı vakalarda sosyal fobi yıllarca devam ederken aynı zamanda birçok sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Mıknatıs etkisi gösterdiğinden ötürü uzun süreli sosyal fobi hastalık olarak sınıflandırılmaktadır.
Sosyal fobi tekrarlar mı?
Sosyal fobinin tedavi süreci oldukça komplekstir. Hastalığı ortaya çıkaran sebepler keşfedilir ve ortadan kaldırılır. Hastanın özgüveni yerine getirilir, kendiyle barışması sağlanır. Hastalık bir kez tedavi edildikten sonra tekrar ortaya çıkması zordur. Bazı hastalarda tedaviden sonra gerçekleşen travmalar tekrar sosyal fobiyi ortaya çıkarabilir ki bu vakaların tekrar tedavi edilmesi oldukça güçtür.